Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • DSpace İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Özdemir, Mehmet" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 32
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    17-20 yaş grubundaki güreşçilerde ve sedanterlerdeki iskelet osteoblastik aktivite dağılımlarının karşılaştırılması
    (Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2002) Özdemir, Mehmet; Ziylan, Taner
    Bu çalışmayla güreşçilerde ve sedanterlerde 99m Tc - MDP sintigrafısi uygulanarak kemik tutulum oranlarındaki farklılık araştırılmaya çalışıldı. Bu amaçla Konya ilinde güreş sporunda faaliyet gösteren kulüplerden en az beş yıl güreş yapmış 1 7-20 yaşlan arasında elit düzeydeki 20güreşçi deney grubu, hiç spor yapmamış aynı yaş grubunda 10 sedanter kontrol grubu olmak üzere toplam 30 kişi çalışma kapsamına alındı. Her iki gruba da 99m Tc - MDP sintigrafisi uygulanarak çalışmada tüm kişilerin elin anterior, baş - boyun, göğüs kafesi, pelvis, diz ve ayak bölgeleri ile omuzun anterior'u ve posterior' u, lumbal ve pelvisin statik görüntüleri alındı. Kompütürde kantitatif analiz sonucu güreşçi ve sedanter elin anterioru ve posterioru,omuzun anterioru ve posterioru, pelvisin anterioru ve posterioru, diz ve ayak bölgesi eklemleri; humerus, tibia ve femur shaftında radyoaktif tutulum (RAT) oranlan hesaplandı. Elde edilen değerler, güreşçiler ve sedanterlerin ortalamaları eşleştirilmiş gruplar arası Mann Whitney U testi ile istatistiksel değerlendirilmeye alındı. Güreşçilerde her iki humerus,radius,ve femur kemik shaftlannda artmış radyoaktif tutulumlan (p<0,05).bulundu.diğer bölgelerde pelvis, omuz ve ayak bölgelerinde her iki grup radyoaktif dağüımlan arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0,05) Sonuçlar güreşçilerde iskelet sistemi üzerinde yüklenmenin üst ekstremitede en fazla her iki humerus ve radius shaftlannda görülmüştür. Alt ekstremitede ise her iki femur shaftı ve diz eklem bölgesinde görülmüştür. 52 Bu bölgelerde kemik sintigrafisinde osteoblastik aktivite artışına sekonder artmış radyoaktif tutulumlar mevcuttur. Bu sonuçlar güreşçilerde aktivite sonucu kuvvete en fazla maruz kalman bölgelerin üst ekstremitede humerus ve radius olduğu; alt ekstremitede her iki femur ve diz eklemi olduğu göstermektedir. İskelet sisteminde stress'e bağlı oluşan, fizyolojik değişiklikleri en doğru güvenilirolarak vizvel ve kantitatif olarak değerlendirilmesi mümkündür.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Bacterial translocation and intestinal injury in experimental necrotizing enterocolitis model
    (COMENIUS UNIV, 2012) Çiftçi, İlhan; Özdemir, Mehmet; Aktan, Tahsin Murad; Asian, K.
    Objective: To study the occurrence of bacterial translocation and to assess the impact of breasffeeding on bacterial translocation in the animal model of necrotizing enterocolitis. Methods: A total of 20 neonate Sprague-Dawley rats were enrolled in the study. Rats were randomly allocated into either control or study group just after birth. Ten newborn rats in the control group were left with their mother to be breast-fed. In contrary, necrotizing enterocolitis group consisted of neonates that were separated from their mothers, housed in an incubator and were gavaged with a special rodent formula three times daily. Survival rates, weight changes, and morphologic scoring obtained after microscopic evaluation were determined as microbiologic evaluation criteria. Results: All the rats in the control group survived, while 1 (10 %) rat died in the necrotizing enterocolitis group. Mortality rates of the two groups were similar. All the formula-fed animals in the necrotizing enterocolitis group had significant weight loss compared to the breast milk-fed rats in the control group (p<0.05). A total of 7 (70 %) and 2 (20 %) E. coli growths were identified in the bowel lumen, liver, and spleen of necrotizing enterocolitis and control groups, respectively. This difference was statistically significant. In peritoneal smear cultures, a total of 3 (30 %) growths were detected in the necrotizing enterocolitis group and 1 (10 %) growth in the control group. Conclusion: As the result of a disturbance in the intestinal flora and impairment of the intestinal barrier in necrotizing enterocolitis, microrganisms in the bowel pass through the intestinal barrier and reach the liver and the spleen via the hematogenous route. This condition is closely related to the impairment of physiological and functional features of the intestinal barrier and is independent from the degree of intestinal injury. Bacterial translocation should be remembered in cases suspected of necrotizing enterocolitis, and a rapid and effective treatment algorithm should be applied in such circumstances (Tab. 3, Fig. 3, Ref. 21). Full Text in PDF www.elis.sk.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Brusellozun serolojik tanısında yeni bir yöntem:İmmuncapture aglutinasyon testi
    (2007) Özdemir, Mehmet; Doğan, Metin; Baysal, Bülent
    Amaç: İnsanda brusellozun serolojik tanısında kullanılan çeşitli testler vardır. En sık kullanılanları Standart Tüp Aglutinasyon ve Coombs anti-brusella testleridir. Çalışmadaki amacımız immuncapture aglutinasyon testinin tanı değerini (Brucellacapt) Standart Tüp Aglutinasyon ve Coombs anti-brusella testi ile karşılaştırarak araştırmaktır. Yöntem: Klinik olarak bruselloz şüphesi olan 74 hastanın serumu çalışmaya dahil edildi. Bu serumlarda Rose Bengal, Standart Tüp Aglutinasyon, Coombs anti-brusella testi ve Brucellacapt testleri çalışıldı. Bulgular: Brucellacapt testi, Coombs anti-brusella testi ile uyumlu bulunurken SAT ile istatistik olarak uyumsuz sonuçlar verdiği saptandı ve bulunan titreler Brucellacapt testinde daha yüksek idi. Sonuç: İmmuncapture aglutinasyon testi (Brucellacapt), Coombs anti-brusella testine benzer sonuçlar vermektedir. Bu test brusellozun tanı ve takibinde blokan antikorları da tespit etmesi nedeniyle kullanılabilecek iyi bir testtir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Degişik Irk Koyunlarda Progesteron+ecg İle Östrusların Senkronize Edilmesi Ve Hayvanlarda Kolesterol İle Progesteron Seviyelerinin Araştırılması
    (Selçuk Üniversitesi, 2002) Uçar, Mehmet; Gündoğan, Mustafa; Özdemir, Mehmet; Tekerli, Mustafa; Eryavuz, Abdullah; Saban, Erdal; Özenç, Erhan
    Özet: Bu çalışmada aşım sezonunda değişik ırk koyunlara senkronizasyon amacıyla florogeston asetat+eCG yapılarak bazı reproduktil parametreler ile gebe hayvanların kolesterol ve progesteron konsantrasyonlan incelendi. Afyon Kocatepe Üni versitesi Araştırma Uygulama Merkezindeki 12 Sakız, 15 Akkaraman, 14 Ivesi ve 18 Dağlıç koyun (n:59) kullanıldı. Hay vanlar rastgele ikiye aynidi ve kontrol grubunda (n:29) bulunanların östruslan arama koçuyla belirlenerek elde aşım yap- binid. Deneme grubuna (n:30) ise 40 mg florogeston asetatlı sünger intravaginal yerleştirilerek 14 gün süreyle bırakıldı Süngerlerin çıkanlacağı gün Sakızlara 500, diğerlerine 600 IU eCG intramuskuler yapıldı. Östruslar arama koçuyla be- Irtenerek, 48-52. saatler arasında elde aşım yaptırıldı. Aynca her iki gruptaki hayvanlardan gebelik öncesi dönemde iki kez, gebeliğin 45., 90. ve 135. günlerinde ve postpartum 10.günde kan alınarak kolesterol ve progesteron seviyeleri araştinidh Deneme ve kontrol gruplannda östrus gözlenme oranı 0.0 olarak belirlenirken, gebelik oranlan bakımından gruplar ve klar arası farklar önemli bulunmadı. Her iki grupta da Sakız ırkının kuzu verimi bakımından diğer irklardan üstün olduğu be- Intendi (p<0.05). Koyunlarda ortalama kolesterol değerleri gebelik öncesinde 67 15+2.35-72 26:2.50 mg/dl, gebeliğin 45 günde 64.86+1.63, 90 günde 50.07+2.07 ve 135.günde 62.69±1.63 mg/dl, postpartum 10.günde ise 46.74±1.06 mg/dl tespit edildi. Progesteronun gebelik öncesinde Sakız ırkında yüksek seviyede olduğu gözlenirken, gebelik ilerledikçe dö- nemler arası progesteron farkdan önemli bulundu (p<0.05). Gebelik öncesi 2.dönem hariç diğer dönemlerde kolesterol ve progesteron arasında pozitif korelasyon olduğu belirlendi. Ayrıca kuzu verimleri ile kolesterol ve progesteron seviyeleri ara- sanda da pozitif bir korelasyon şekillendiği gözlendi. Sonuç olarak aşım mevsiminde porgesteron+eCG uygulamalarının kontrol grubuna göre bir avantaj oluşturmadığı, kolesterol seviyelerinin gebelik dönemi ve kuzu sayısından çok fazla et- kilenmediği, progesteron konsantrasyonun gebelik ilerledikçe kuzu sayısına bağlı olmaksızın yükseldiği, ancak birçok faktörün kolesterol seviyesini etkilemesinden dolayı bu ikili arasında belirlenen pozitif korelasyonun pratikte yararlı bilgiler ver- meyeceği kanaatine varıldı.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Di?spepti?k Yakınmaları Olan Hastalarda Helicobacter Pylori Varlığının Farkli Yöntemlerle Araştırılması
    (ANKARA MICROBIOLOGY SOC, 2010) Kalem, Fatma; Özdemir, Mehmet; Baysal, Bülent
    Helicobacter pylori infections which are common worldwide may be a risk factor for gastritis, gastric and duodenal ulcers, gastric adenocarcinoma and mucosa-associated lymphoid tissue (MALT) lymphomas. For the detection of H.pylori, invasive methods such as culture, histopathology and rapid urease tests which require endoscopy and gastric biopsy specimen and non-invasive methods (not requiring endoscopy) such as urea breath test, stool antigen test (H.pylori stool antigen; HpSA) and serology are used. The aim of this study was to investigate the presence of H.pylori in patients with dyspeptic complaints, by rapid urease test, HpSA test, culture and histopathology and to evaluate the diagnostic performance of HpSA test. A total of 103 dyspeptic patients who were admitted to Selcuk University Meram Medical Faculty Gastroenterology Clinic and undergone gastroduodenal endoscopy between January 2005 and December 2006, were included to the study. All the specimens were cultivated, however, urease activity was tested in 98 of the patients, histopathological examination in 76 and HpSA test in 86 of the patients. H.pylori was isolated in 38.8% (40/103) of the specimens by culture. H.pylori was positive in 38.2% (29/76) of the specimens by histopathology, in 86.7% (85/98) by urease test, and in 44.2% (38/86) by HpSA test. The sensitivity and specificity values of the tests when culture was taken as the gold standard, were; 97.5% and 20.7% for urease test, 75% and 82.6% for HpSA test and 72.5% and 100% for histopathology, respectively. In conclusion, HpSA method could be applied as a screening test for H.pylori diagnosis in case endoscopy could not be performed. However, if invasive methods were to be performed, the diagnosis should be confirmed by a more sensitive and specific test such as culture and histopathology.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Dispeptik hastalarda helicobacter pylori infeksiyonu tanısında helikobacter pylori gaita antijeninin tanı değerinin diğer yöntemlerle karşılaştırılarak incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2004) Özdemir, Mehmet; Baykan, Mahmut
    Dünyadaki en yaygın infeksiyonlarmdan biri olan II. pylori infeksiyonu yaşamın ilk yıllarında alınmakta ve tedavi edilmedikçe hayat boyu devam etmektedir. 11. pylori infeksiyonu kronik gastrit ve peptik ülser hastalığında çocuklarda ve yetişkinlerde ana etkendir ve MALİ' lcnfoma ve mide kanserinde risk faktörüdür. II. pylori infeksiyonu tanısında invaziv ve noninvaziv olmak üzere bir çok tanı yöntemi kullanılmaktadır. Kültür, histoloji, hızlı üreaz testi gibi invazif yöntemler, endoskopi gerektirir. Gastrik biopsi gerektirmeyen invazif olmayan testler, Üre Soluk Testi. HpSA ve serolojik antikor testleridir. PCR testi, tiikrükten, gaita örneklerinden ve gastrik biopsiden çalışılabilir. Bu çalışmanın amacı. Helicobacter pylori infeksiyonu tanısında histopatoloji. hızlı üreaz testi, üre soluk testi gibi testlerle karşılaştırarak HpSA'nin tanı değerini araştırmaktır. Ru çalışmada; S.Ö. Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Genel Cerrahi Anabilim Dalları Endoskopi ünitesine Mart 2003 ile Mart 2004 tarihleri arasında gastrointestinal sistem şikayetleri nedeniyle başvuran 103 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya aldığımız 103 hastanın 66'sı II. pylori infeksiyonu yönünden pozitif iken (%64.0) 37'si negatiftir (%36). HpSA testi pozitif olması gereken 66 testten 58'ini pozitif olarak bulurken, negatif olarak beklenen 37 testten 35"ini negatif buldu. HpSA testinin sensitivite. spesifite, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değerleri sırasıyle %87.£S, %94.5. %%.6 ve %8 1.3 bulunmuştur. Sonuç olarak HpSA testleri noninvasiv, Il.pylori infeksiyonunda kullanması kolay, ucuz ve serolojik antikor testleri yerine kullanılması önerilebilir testlerdir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Dispeptik Yakınmaları Olan Hastalarda Helicobacter Pylori Varlığının Farklı Yöntemlerle Araştırılması
    (2010) Kalem, Fatma; Özdemir, Mehmet; Baysal, Bülent
    Dünyada yaygın olarak görülen Helicobacter pylori enfeksiyonları, gastrit, gastrik ve peptik ülser, gast-rik adenokarsinom ve MALT (mukoza ile ilişkili lenfoid doku) lenfomaları için risk faktörüdür. H.pylori enfeksiyonunun tanısında invazif olan (endoskopi gerektiren) kültür, histoloji ve üreaz testleriyle birlikte invazif olmayan (endoskopi gerektirmeyen) üre nefes testi, gaitada antijen testi (H.pylori stool antigen; HpSA) testi ve serolojik yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalışmada, dispeptik yakınmaları olan hastalarda H.pylori varlığının hızlı üreaz testi, HpSA testi, histopatolojik inceleme ve kültür yöntemleri ile araştırılması ve invazif olmayan HpSA testinin tanısal performansının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Ocak 2005-Aralık 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gastroenteroloji Kliniğine dispeptik yakınmalarla başvuran ve gastroduodenoskopi yapılan 103 hasta dahil edilmiştir. Hastaların tümünden alınan biyopsi örneklerinin (n 103) kültürü yapılmış; örnek yetersizliği nedeniyle 98 hastanın biyopsi örneğinde üreaz testi, 76 hastanın biyopsi örneğinde histopatolojik inceleme ve 86 hastanın gaita örneğinde HpSA testi gerçekleştirilebilmiştir. Biyopsi örneklerinin %38.8 (40/103)'inden H.pylori izolasyonu yapılmış; %38.2 (29/76)'sinde histopatoloji ile, %86.7 (85/98)'sinde üreaz testi ile ve gaita örneklerinin %44.2 (38/86)'sinde HpSA testi ile H.pylori pozitifliği tespit edilmiştir. Kültür yöntemi referans olarak alındığında, kullanılan testlerin duyarlılık ve özgüllük değerleri sırasıyla; hızlı üreaz testi için %97.5 ve %20.7, histopatoloji için %72.5 ve %100, HpSA için ise %75 ve %82.6 olarak bulunmuştur. Sonuç olarak, gaitada antijen testinin endoskopi yapılmayan/yapılamayan hasta gruplarında H.pylori tanısı için tarama amaçlı kullanılabileceği, ancak invazif yöntemlerin uygulanabilmesi halinde, tanının mutlaka duyarlılık ve özgüllüğü daha yüksek olan bir yöntemle (kültür, histopatoloji) doğrulanması gerektiği düşünülmüştür.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Doping olarak kullanılan Testosteron'un puberta dönemindeki erkek ve dişi ratların humerus ve femur üzerindeki morfometrik etkileri
    (Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2010) Özdemir, Mehmet; Yalçın, Hakan
    Bu araştırmanın amacı testosteron'un puberta dönemindeki erkek ve dişi ratların bazı osteolojik yapıları ve organları üzerindeki morfometrik etkileri ve makro-anatomik değişikliklerinin araştırılmasıdır. Çalışma Spraque?Dawley cinsi 16 erkek ve 16 dişi 32 adet ratlar üzerinde, Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Deney Hayvanları ünitesinde gerçekleştirildi. Çalışma protokolü aynı fakültenin etik kurulu tarafından onaylandı. Erkek ve dişi ratlar deney ve kontrol olarak iki gruba bölündü. Tüm ratların ağırlık ortalaması alınarak deney grubuna 10 hafta süreyle haftada 5 gün 5 mg/kg testosteron subkutan olarak enjekte edildi. 10. hafta sonunda ötenazi edildi, femur ve humerus'un corpus ve boy ölçümleri ile cortex ve medulla morfometrik ölcümleri yapıldı. Ayrıca ortalama canlı vücut ağırlıkları ve bunun yanında testis, karaciğer, dalak, kalp ve böbreklerin ağırlıkları ölçülerek, testosteron alan gruplar ile kontrol grupları karşılaştırıldı. Testosteron grubu erkek ratların femur corpus ve boy ölçümlerinde anlamlı düşüş bulundu (P<0.05). Fakat dişi ratlarda ise anlamlı fark belirlenmedi (p>0.05). Testosteron grubu erkek ve dişi ratların humerus corpus ve boy ölçümlerinde anlamlı düşüş belirlendi (P<0.05). Testosteron ve kontrol grubu ratların femur ve humerus cortex ve medulla ölçümlerinde istatistiki açıdan anlamlı fark belirlendi (P<0.05). Erkek testosteron ve kontrol grubu ratların kalp, karaciğer, böbrek ve dalak ağırlık ölçümlerinde anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Dişi ratların organlarında ise anlamlı fark belirlendi (P<0.05). Ratların canlı vücut ağırlıkları ölçüldüğünde testosteron grubu erkek ratlarda anlamlı fark bulunamadı (P<0.05). Ancak dişi ratlarda ise anlamlılık belirlendi (P<0.05). Sonuç olarak testosteron, puberta dönemindeki deney grubu ratların extremite kemikleri ve organları üzerinde morfometrik açıdan bazı değişikliklere neden olmuştur. Bu çalışmadaki sonuçlarla da anabolik androjenik steroid kullanması muhtemel genç sporcular arasında bir paralellik kurulabilir. Anabolik androjenik steroid'lerin olumsuz yan etkileri konusunda sporcuların daha da bilinçlenmesi açısından çalışmanın sonuç verileri değerli olabilir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    The Effect of Physical Activity on Level of Anger Among Individuals with Autism
    (Selçuk Üniversitesi, 2018 Aralık) Ilkım, Mehmet; Tanır, Halil; Özdemir, Mehmet; Bozkurt, İbrahim
    This study was undertaken to investigate the effect of physical activity on anger level in autistic individuals. Study sample included parents of 40 autistic children (n=20 experimental and n=20 control) aged 10-14 years from Malatya Private Sevgi Yolu Rehabilitation Center. Three days a week for 16 weeks, the experimental group did the activities of one-hour walk, jogging, double-leg jump, and walking along a balancing beam. Individuals in the control group continued their daily routine without participating in any activity during this period. Anger levels of autistic individuals were identified using the Trait Anger and Anger Expression Inventory (TAAEI) developed by Spielberger et al. (1983) and adapted to Turkish by Özer (1994). The inventory was completed by the parents of the individuals both in the experimental and control groups following the 16-week activity program. The collected data was analyzed at the significance level of 0.05 (i.e. a confidence level of 95%) in SPSS version 22.0. Statistical analysis indicated significant differences between trait anger, controlled anger, expressed anger and suppressed anger scores (p<0.05). The results showed that anger levels of the autistic individuals participating in the physical activity program were lower and the physical activity in autistic individuals helped anger control. It is recommended that autistic individuals participate in low intensity activities for at least 3 days a week. By teaching autistic individuals how to keep their anger under control, interpersonal and family conflicts, feelings of guilt, low self-esteem and some behavioral (e.g. shyness, crying, unhappiness, anorexia, bulimia) and physiological problems (e.g. sweating, headache, difficulty in breathing) can be avoided.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effect of Sports in Self-Control & Self-Management Levels of Students
    (Selçuk Üniversitesi, 2020 Eylül) Beltekin, Enes; Ulucan, Hakkı; Kuyulu, İhsan; Özdemir, Mehmet
    The study was conducted to examine the effect of sports on students' self-control and self-management levels. The research group totally consists of 277 people, 125 of them are female and 152 of them are male, studying in the School of Physical Education and Sports in Bingol University in the 2018-2019 academic year. In order to gather data for the purpose of the research, "Self-Control-Self-Management Scale-SCMS" was used. The students participating in the research were asked personal information questions regarding their demographic characteristics. The research was carried out in SPSS 22 statistical package program and the significance level was taken as 0.05. For testing whether the collected data show normal distribution, the normality of the distributions (Kolmogorov-Smirnov) and then skewness and kurtosis tests were examined. According to the test results, double comparisons are Mann Whitney-U, and multiple comparisons are Kruskal Wallis analysis. According to the answers given by the students participating in the research, the self-assessment and self-empowerment levels of the students who are doing licensed sports are significantly higher, female students are more self-confident in the activities that need to be done, and the self-management-control of the students engaged in individual sports levels were determined as higher.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    The Effect of Testosterone Used in Sportsmen on Routine Biochemical Parameters
    (MEDWELL ONLINE, 2010) Taşgın, Erdal; Lok, Sefa; Demir, Nagehan; Özdemir, Mehmet
    The purpose of the research was to determine indicators of testosterone implication on heart, liver and kidney failure in female rats during puberty and also to determine its effect on some other chemical values. In the research, female 16 Sprague dawley rats (50 days) were used. The rats were divided into two equal groups. The first group was administrated testosterone, diluted with olive oil, 5 mg kg(-1) (SID) subcutaneously for 10 weeks, 5 days each week. The second group was only given olive oil. Serum creatine kinase, creatine kinase-MB, alkaline phosphates, alanine aminotransferase, aspartate aminotransferase, blood urea nitrogen, creatinine, triglyceride, cholesterol, high density lipoprotein, amylase, total protein, albumin and calcium were measured with an auto-analyzer. It was determined that while testosterone application in female rats leads to decrease on the total serum protein and albumin levels (p<0.05), it increased aspartate aminotransferase and cholesterol levels (p<0.05). Consequently, it can be stated that long term testosterone implication during puberty may lead to organ defects at early ages.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effects of Defaunation and Dietary Nitrogen Source on Sodium, Potassium, Iron and Zinc in the Rumen Fluid, Plasma and Wool of Lambs
    (Scientific Technical Research Council Turkey-Tubitak, 2006) Özdemir, Mehmet; Çınar, Miyase; Haliloğlu, Seyfullah; Eryavuz, Abdullah
    This study was conducted to investigate the effects of defaunation, and the addition of urea and sulfur in the replacement of plant protein (PP) sources on concentrations of Na, K, Zn and Fe in the ruminal fluid, blood plasma and wool of lambs. Forty male Ramlic lambs, 2.70 +/- 0.30 months of age, and weighing approximately 16.44 +/- 0.41 kg, were used. Lambs were divided into 4 groups as follows: faunate + control diet (FC), defaunate + control diet (DC), faunate + experimental diet (FE), and defaunate + experimental diet (DE). The control diet contained plant protein as a N source, whereas the experimental diet was supplemented with urea and sulfur, both at 3% of BW per day. The forage portion of the diet was 350 g of alfalfa hay per lamb per day. Diets were fed twice daily in equal amounts. Defaunation, or feeding a diet supplemented with urea and sulfur in place of plant protein sources, had no effect on ruminal fluid Na concentrations but there was an interaction on Na concentration in the rumen fluid. Ruminal K concentration was lower (P < 0.021) in the experimental diet versus the control diet, while it was not affected by defaunation. There was an interaction effect on Zn concentration in rumen fluid. Plasma Na, K and Zn concentrations were not affected by treatments, whereas defaunation significantly decreased (P < 0.048) plasma Fe concentration. Defaunation or N source had no effect on Na, K, Zn and Fe concentrations in wool. We concluded that both defaunation and feeding a diet supplemented with urea and sulfur in place of plant protein sources did not affect blood plasma, except for Fe, and wool Na, K, Zn and Fe concentrations despite differences in their ruminal concentration.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    The Effects of Methenolone Enanthate Supplement With Exercise on Rats’ Bones
    (Selçuk Üniversitesi, 2019 Eylül) Özdemir, Mehmet; Lök, Sefa
    It is known that anabolic steroids are used by athletes to increase their performance and cause many health problems. This study aims to analyze the effects of methenolone enanthate supplement with exercise on rats’ bones. The study was conducted with 28 28-day-old Wistar male rats obtained from the Chair of the Experimental Medicine Research and Application Center of Selcuk University. The rats were allocated into four groups: C (control, n:6), E (exercise, n:7), M (methenolone enanthate, n:7) and ME (methenolone enanthate+exercise, n:8). The required doses were arranged weekly depending on the rats’ live weight for the groups given methenolone enanthate. The rats’ front and back extremity bones were dissected, and the humerus and femur bones were dried. Each bone’s length, corpus thickness, cortex thickness and medullary diameter points were determined. The results were presented as mean±SD. ANOVA and Duncan's test were used for inter-group comparison of the data. The threshold for statistical significance was p<0.05. The femur length was 32.46±0.29 in the C group, 32.60±0.64 in the E group, 31.37±0.50 in the ME group and 31.67±0.52 in the M group. The humerus length was 26.42±0.28 in the C group,26.23±0.59 in the E group, 25.31±0.40 in the ME group and 25.35±0.45 in the M group. The femur and humerus length was statistically significantly shorter in the groups that received methenolone enanthate supplement (M and ME) than that of the other two groups (p<0.05). No statistically significant difference was found between the C, E, M and ME groups in terms of the cortex and corpus thickness and medullary diameter of their femur and humerus bones (p>0.05). It was concluded based on the study results that methenolone enanthate supplement causes early epiphyseal closure in rats’ femur and humerus bones and stops the increase in these bones’ length. In addition, exercise was found not to reduce this negative effect of methenolone enanthate. Although the prohibited substances classified as anabolics are considered to increase performance by some athletes, these substances are not recommended for use due to their negative effects on athletes’ health.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Examining The Attitudes of Amateur Football Players Towards Football
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Buyrukoğlu, Erhan; Özdemir, Mehmet; Dokuzoğlu, Gökhan; Asanakut, Nuh
    In this study, it is aimed to examine the attitudes of amateur football players towards football. The study group of the research consists of 194 football players who play football actively in Sivas and Yalova provinces in the 2021- 2022 season. Data collection in the study consists of two parts. In the first part, the personal information form created by the researchers was used, and in the second part, the Football Attitude Scale (FUTÖ) scale was used. In the analysis of the data in this study, the SPSS 25.00 package program was used, and it was evaluated at the 95% confidence interval and at the 0.05 significance level. Descriptive statistics were calculated regarding age, gender, educational status, geographical region, province, and the position information of the participants in football. It was decided whether the data showed a normal distribution or not by looking at the kurtosis skewness values. In terms of statistics, Independent Sample t test, Anova test, frequency, percentage, and reliability coefficient calculations were made. As a result, When the attitudes of the participants towards football in the gender variable are examined, there is a statistically significant difference in favor of the female participants between the scale total score and the sub-dimensions of the scale, social effects, performance, and psychological effects. It was seen that there was a statistically significant difference in the sub-dimensions, and there was no statistically significant difference between the province and location variables, the total score of the scale and all sub-dimensions.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Farklı yetiştirme sistemleri ve humik asit dozlarının kültür mantarında (Agaricus bisporus (Lange) Sing.) verim ve bazı kalite özelliklerine etkisi
    (Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2007-12-26) Özdemir, Mehmet; Paksoy, Mustafa
    Bu arastırma ile 2007 yılında aynı üretim odasında farklı yetistirme sistemlerine farklı dozlarda humik ait uygulaması yapılmak suretiyle Agaricus bisporus türü kültür mantarı yetistiriciliginde verim ve bazı kalite parametrelerindeki degisimin tespiti amaçlanmıstır. Arastırmada yetistirme sistemi olarak blok pres, ranza ve torba sistemleri kullanılmıstır. Bu yetistirme sistemlerinde komposta 0, 0.72, 1.44, 2.16 litre/ton dozunda sıvı humik asit uygulanmıstır. Arastırmada toplam verim (kg/100 kg kompost), ortalama karpafor agırlıgı (g), ortalama sapka agırlıgı (g), ortalama sap agırlıgı (g), ortalama sapka çapı (mm), ortalama sap çapı (mm), ortalama sap uzunlugu (mm), toplam kuru madde (%) ve ham protein (%) parametreleri incelenmistir. Sonuçta, toplam verim, ortalama meyve agırlıgı ve ham protein içerigi bakımından yetistirme sistemleri arasında istatistik anlamda farklılık bulunmamıstır. Ortalama sapka agırlıgı torba sisteminden (23.77 g), ortalama sap agırlıgı blok pres sisteminden (9.47 g), ortalama sapka çapı ranza sistemden (49.54 mm), ortalama sap çapı blok pres sisteminden (19.18 mm), ortalama sap uzunlugu blok pres sisteminden (28.28 mm), toplam kuru madde miktarı (%) blok pres yetistirme sisteminden (% 7.14) istatistik anlamda en yüksek degerler elde edilmistir. Toplam verim yönünden humik asit dozları incelendiginde en yüksek verim 0.72 litre/ton kompost dozundan alınmıs, bunu 0 litre/ton kompost, 1.44 ve 2.16 litre/ton kompost dozu (sırasıyla 23.40, 21.09, 18.09, 16.80 kg/ 100 kg kompost) izlemistir. Humik asitin 0.72 litre/ton dozundan daha yüksek dozları verim düsüklügüne neden olmustur. Karpafor agırlıgı (31.51 g) ve sapka agırlıgında (24.12 g) 0.72 litre/ton, sap agırlıgı (7.98 g), sapka çapında (48.45 mm) 1.44 litre/ton, sap çapı (18.94 mm), ham protein içeriginde (% 44.93) 2.16 litre/ton, sap uzunlugu (24.96 mm) ve kuru madde içeriginde (% 6.91) 0 litre/ton, humik asit uygulamalarından en yüksek degerler elde edilmistir
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hastane infeksiyonu etkeni acinetobacter suşlarının çeşitli antibiyotiklere duyarlılıklarının araştırılması
    (2009) Özdemir, Mehmet; Erayman, İbrahim; Gündem, N. Seval; Baykan, Mahmut; Baysal, Bülent
    Acinetobacter suşları, Gram negatif bakteriler içerisinde çoklu antibiyotik dirençli olmaları ve hastane infeksiyonlarından sıklıkla izole edilmeleri nedeniyle önem kazanmaktadır. Bu çalışmada hastanemizde 2008 yılında prospektif ve aktif sürveyans yöntemi ile izlenen ve Centers for Disease Control and Prevention (CDC) kriterlerine göre hastane infeksiyonu tanısı alan hastaların çeşitli klinik örneklerinden izole edilen Acinetobacter suşlarının antibiyotiklere duyarlılıkları incelenmiştir. 2008 yılında farklı kliniklerden hastane infeksiyonu düşünülen hastalardan alınan örnekler Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Merkez Mikrobiyoloji Laboratuvarı’nda incelenmiştir. Tüm örnekler kanlı agar ve EMB agara ekim yapılarak 37C’de 18-24 saat inkübe edilmiştir. Kültürde üreyen mikroorganizmalara konvansiyonel yöntemlerle ve otomatize sistemle (Phoenix Becton Dickinson, ABD) tanı konmuştur. İzole edilen suşların in-vitro antibiyotik duyarlılıkları Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ve otomatize sistem ile belirlenmiştir. Kolistine % 100, tigesikline % 99, netilmisine % 75, sefoperazon/sulbaktama % 40, imipeneme % 30, amikasine % 24, gentamisine % 18, siprofloksasine % 14, seftazidime % 11, piperasilin/tazobaktama % 10, sefepime % 7 ve sefotaksime % 4 oranında duyarlılık saptanmıştır. Sonuç olarak kolistin, tigesiklin, netilmisin ve sefoperazon/sulbaktam diğer antibiyotiklere göre daha duyarlı bulunmuş, bu antibiyotiklerin hastane infeksiyonlarının tedavisinde daha etkin olacağı ve ampirik tedavide tercih edilmesi gerektiği düşünülmüştür.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hastane infeksiyonu etkeni pseudomonas suşlarının antibiyotiklere duyarlılıkları
    (2009) Özdemir, Mehmet; Erayman, İbrahim; Dağı, Türk Hatice; Baykan, Mahmut; Baysal, Bülent
    Bu çalışmada 2008 yılında prospektif ve aktif sürveyans yöntemi ile izlenen ve hastane infeksiyonu tanısı alan hastaların klinik örneklerinden izole edilen 159 Pseudomonas suşunun antibiyotiklere duyarlılıkları belirlenmiştir. Kolistine % 100, piperasilin/tazobaktama % 77, amikasine % 76, sefoperazon/sulbaktama % 68, seftazidime % 64, netilmisine % 62, sefepime % 57, siprofloksasine % 56, aztreonama % 52, levoşoksasine % 50, gentamisine % 48, imipeneme % 46 ve sefotaksime % 17 oranında duyarlılık saptanmıştır. Buna göre kolistin, piperasilin/tazobaktam, amikasin, sefoperazon/sulbaktam ve seftazidim diğer antibiyotiklere göre daha etkili bulunmuştur. Antibiyotik direncinin hastaneden hastaneye hatta servisten servise değişiklik gösterebilmesi nedeniyle, özellikle ampirik tedavi gereken durumlarda bu tür dirençli bakterilerin duyarlılık oranlarının bilinmesi gereklidir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hastane ve hastane dışı ortamlarda kullanılan bilgisayarların klavyelerinde mikrobiyal kolonizasyonun araştırılması
    (2008) Doğan, Metin; Feyzioğlu, Bahadır; Özdemir, Mehmet; Baysal, Bülent
    Bilgisayarlar, günlük yaşamda ve hastanelerde sağlık personeli tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışma, hastane ve hastane dışında kullanılan bilgisayarların klavye ve "mouse"larında mikroorganizma kolonizasyonunu araştırmak amacıyla planlanmıştır. Çalışmaya, Meram Tıp Fakültesi Hastane'sinde doktor ve hemşireler tarafından kullanılan 38 adet (Grup 1), Meram Tıp Fakültesi Öğrenci Bilgisayar Laboratuvarı'nda kullanılan 32 adet (Grup 2) ve Selçuk Üniversitesi'ne ait Öğrenci Bilgisayar Laboratuvarı'nda kullanılan 328 adet (Grup 3) olmak üzere toplam 398 bilgisayara ait klavye ve "mouse"lardan alınan örnekler dahil edilmiştir. Çalışmamızda bilgisayarların %96.7'sinin (n:385) koagülaz negatif stafilokoklar (KNS), %13.1'inin (n:52) gram-pozitif sporlu basiller ve %8.8'inin (n:35) korinebakteriler ile kolonize olduğu tespit edilmiş; bunları Candida spp. (%4.2), gram-negatif basiller (%1.7) [Acinetobacter spp. (n:4), Pseudomonas sp. (n:1), Klebsiella sp. (n:1), E.coli (n:1)], Staphylococcus aureus (%1.5) ve küfler (Penicillium, Aspergillus; %1.2) izlemiştir. Gruplar arasında KNS izolasyon oranı benzer (sırasıyla; %94,7, %93.7, %97.2) bulunmuş, ancak gram-negatif bakteri suşlarının hepsinin hastane (Grup 1) bilgisayarlarından (7/38; %18.4) izole edildiği dikkati çekmiştir. Stafilokok izolatlarının hiçbirisinde linezolid direncine rastlanmamış; sefoksitin duyarlılık oranları ise Grup 1, 2 ve 3 bilgisayarlardan izole edilen KNS suşlarında sırasıyla %26.2, %79.2 ve %91.3 olarak belirlenmiştir. S.aureus izolatları (n:6) İrasında da Grup 1 'e ait bir suş dışında hepsi sefoksitine duyarlıdır. Sonuç olarak, çalışmamızın ve diğer birçok yurtdışı çalışmanın verileri dikkate alındığında, hastanelerde yaygın olarak kullanılan bilgisayarların, nozokomiyal enfeksiyonların gelişiminde potent çapraz kontaminasyon kaynağı olacağı akıldan çıkarılmamalı; gerek bilgisayar donanımlarının sık olarak temizlenmesine, gerekse bilgisayar kullanımı sonrası el yıkama ve dezenfeksiyon kurallarına dikkat edilmesine özen gösterilmelidir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Hayvan Isırığına Maruz Kalmış Kişilerde Kuduz Aşılaması Sonrası Antikor Düzeyinin Araştırılması
    (2009) Baysal, Bülent; Tosun, Selma; Özdemir, Mehmet; Doğan, Metin
    Rabies is still an important public health problem in developing countries. Vaccination against rabies should be initiated as soon as possible following the suspicious bite. It is not yet clear whether previously vaccinated people should be re-vaccinated in case of re-exposure to rabies virus. In this study it is aimed to determine the antibody titer in sera of vaccinated people and also to evaluate the relation between the antibody titer and number of vaccination. The study group consisted of 186 persons (60 female, 126 male) aged between 2-90 years (mean: 35.7 years) and who were admitted to Manisa State Hospital Rabies Follow-up Center, Turkey. Hundred and thirty five of the cases were vaccinated according to the programmes advised by WHO's reference protocol for post-exposure rabies vaccination. However, vaccination was discontinued for 51 of the cases since the follow-up of the suspicious animal revealed that it was not rabid. Five-dose vaccination programme (on days 0, 3, 7, 14, and 30) was applied to 20 cases and four-dose programme (on days 0, 2, 7, 21) was applied to 115 cases. HDCV vaccine was applied as intramuscular injection and after 3-36 months following vaccination, rabies specific neutralizing IgG antibody titers were determined by using a commercial ELISA kit (Platelia Rabies II, BioRad, France). While the titer of IgG antibodies were within the protective limits (positive, ? 0.5 IU/ml) in 116 (62.4%) of the 186 cases who were given two or more doses of HDCV, the titer was below the protective level (negative) in 70 (37.6%) of the cases. Although the rates of IgG positivity in two and three dose vaccine applied group (54.5% and 55.1%, respectively) were lower than the rates in four and five dose applied group (64.3% and 70%, respectively), the difference was not statistically significant (p> 0.05). These results denoted that the rate of protective antibody positivity was low (70%) even in full programme vaccinated cases and this might be attributed to age of the person, the length of time after vaccination, number of vaccinations and storage/transport condition of the vaccine. Thus in case of re-exposure of vaccinated people to rabies virus, it is recommended to check the anti-rabies antibody titers if possible or to re-vaccinate those people with a history of prior vaccination exceeding one year since there is high probability of low level of protective antibodies.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hayvan ısırığına maruz kalmış kişilerde kuduz aşılaması sonrası antikor düzeyinin araştırılması
    (2009) Baysal, Bülent; Tosun, Selma; Özdemir, Mehmet; Doğan, Metin
    Kuduz, gelişmekte olan ülkelerde hala önemli bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Kuduz virusuna maruz kalması muhtemel bir kişinin, hayvan ısırmasından sonra mümkün olan en kısa zamanda aşılama programına alınması gerekmektedir. Daha önce aşılanmış kişilerin kuduz virusu ile tekrar karşılaşması durumunda aşılama programının yinelenmesi gerekliliği ise açık değildir. Bu çalışmada kuduz aşısı uygulanan kişilerde koruyucu antikor düzeyinin araştırılması ve aşılama sayısı ile koruyucu antikor titresi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Manisa Devlet Hastanesi Kuduz Takip Merkezine şüpheli hayvan ısırığı nedeniyle başvuran 2-90 yaş arasında (yaş ortalaması: 35.7 yıl) toplam 186 kişi (60 kadın, 126 erkek) dahil edilmiştir. Bu bireylerin 135'ine Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından önerilen iki farklı aşılama programı uygulanırken, 51 kişinin aşılaması gözlem süresinde ısıran hayvanın kuduz olmadığının anlaşılması nedeniyle 2. ya da 3. dozdan sonra durdurulmuştur. Beş dozluk birinci aşılama programı (O, 3, 7, 14 ve 30. günler) 20 bireye, 4 dozluk diğer aşı programı (O, 2, 7, 21. günler) ise 115 fireye uygulanmıştır. Uygulama, HDCV aşısının kas içi enjeksiyonu şeklinde yapılmış; aşılama programından 3-36 ay sonra tekrar çağırılan aşılananlardan alınan serumlarda kuduz virusuna özgül nötralizan IgG antikor titreleri ticari bir ELISA kiti ile (Platelia Rabies II, Bio-Rad, France) araştırılmıştır. İki veya daha fazla dozda HDCV aşısı uygulanan toplam 186 bireyin 116 (%62.4)'sında IgG antikorları koruyucu düzeyde (pozitif 0.5 lU/ml) bulunurken, 70 (%37.6)'inde koruyucu düzeyin altında (negatif) saptanmıştır. IgG pozitiflik oranı 2 ve 3 doz aşı yapılan gruplarda (sırasıyla; %54.5 ve %55.1), 4 ve 5 doz aşı yapılan gruplara (sırasıyla; %64.3 ve %70) göre daha düşük görünmekle birlikte gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p 0.05). Sonuç olarak, aşılama programı tamamlanmış bireylerde bile koruyucu antikor.pozitiflik oranının düşük (%70) düzeyde kalmasının, aşılanan kişinin yaşı, aşılamadan sonra geçen zaman, aşılamanın sayısı ve aşının saklanma/taşınma koşulları ile ilişkili olduğu düşünülmüş ve bu kişilerin kuduz virusuna tekrar maruz kalma durumunda olanak varsa antikor titrelerinin koruyucu olup olmadığının kontrol edilmesi, yoksa düşük antikor düzeyi ihtimalinden dolayı özellikle de bir yıldan uzun süre geçmişse tekrar aşılanması gerektiği kanısına varılmıştır.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| Selçuk Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Selçuk Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Konya, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim