Yazar "Uzun, Kürşat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ailesel sarkoidoz(2013) Yavşan, Durdu Mehmet; Göktepe, Mustafa; Koçak, Nadir; Dinç, Mustafa; Uyanmış, Ayşe; Uzun, KürşatSarkoidoz, nedeni tam olarak bilinmeyen ancak etiyolojisinde genetik, enfeksiyöz ajanlar, mesleksel maruziyet ve çevresel faktörlerin rol oynadığı multisistemik granülomatöz bir hastalıktır. Sarkoidozda ailesel yatkınlık bilinmekle beraber kalıtım şekli tam olarak tanımlanamamıştır. Bu makalede histopatolojik olarak sarkoidoz tanısı koyduğumuz iki kız kardeşi sunduk. Yapılan genetik incele- me sonucunda her iki kardeşte de Human Lökosit Antijen (HLA) HLA A24, B51, Cw07, DRB1 15, DQB1 06 genleri ortak olarak saptandı. Her iki olguya steroid tedavisi başlandı ve takibe alındı. Sonuç olarak her iki kız kardeşte tesbit edilen bulgulara göre sarkoidozda ailesel genetik yatkınlık olabileceği ve sarkoidoz tanısı alan bireylerin ailesinin sarkoidoz yönünden değerlendirilmesi gerektiği kanısına varıldıÖğe Association of Serum Reactive Oxygen Metabolite Levels With Different Histopathological Types of Lung Cancer(Karger, 2006) Gencer, Mehmet; Ceylan, Erkan; Aksoy, Nurten; Uzun, KürşatBackground: Oxygen is required for respiration and the energetic processes that enable aerobic life. Costs associated with oxygen use are free radical and reactive oxygen metabolite ( ROM) formations, which create oxidative stress and contribute to various processes including aging, degenerative diseases and cancer. Additionally, they may have a role in the pathogenesis of lung cancer with different histopathological types. Objectives: In this study, we aimed to investigate the degree of oxidative stress in different types of carcinoma such as small cell carcinoma and non-small cell carcinoma, including epidermoid carcinoma and adenocarcinoma, and to find out whether the degree of oxidative stress shows any difference among them and whether it can be used as an index for their differential diagnosis. Methods: Thirty-eight patients with lung cancer and 26 healthy persons were included in the study. Of the patients with lung cancer, 14 had epidermoid carcinoma, 12 adenocarcinoma and 12 small cell carcinoma. Serum ROM levels were detected by using an available commercial kit according to the manufacturer's instructions. Results: The ROM levels were significantly lower in the controls than in the patients ( p < 0.001). Although all subtypes had significantly high ROM levels compared with the controls, the highest significance was found in the small cell carcinoma ( p < 0.001), and then in the adenocarcinoma and epidermoid carcinoma ( p < 0.01 and p < 0.01, respectively). Conclusions: In the light of these data, it might be possible to conclude that the serum ROM levels increase in patients with different types of lung cancers and may be an index parameter for lung cancer. It could be thought that this increase, particularly in small cell carcinoma, may contribute to its poor progression.Öğe Diagnostic Value of Uric Acid to Differentiate Transudates and Exudates(Walter De Gruyter & Co, 2000) Uzun, Kürşat; Vural, Hüseyin; Özer, Faruk; İmecik, OktayUric acid is known to be an end product of purine metabolism. Increases in uric acid may be found in clinical conditions associated with tissue hypoxia. We have investigated the value of uric acid to differentiate between a transudate and exudate. In this study, we measured uric acid in the pleural fluid and the serum of 110 patients, 30 women and 80 men with a mean age of 49.5+/-19 years. Light's criteria were used to differentiate between a transudate and exudate. Mean serum uric acid was 496.7 +/- 153.4 mu mol/l in patients with transudates and 291.3 +/- 143.1 mu mol/l in patients with exudates. Mean pleural fluid uric acid was 487.7 +/- 165 mu mol/l in patients with transudates and 279.9 +/- 142.1 mu mol/l in patients with exudates. These data showed that the levels of serum and pleural uric acid were higher in transudates than exudates (p<0.01). However, there was no significant difference between pleural fluid/serum uric acid ratio of the two patient groups (p>0.05). The specificity and sensitivity of pleural uric acid for diagnosis of transudate effusions were 73% and 80.6%, respectively. The specificity and sensitivity of pleural uric acid for dia gnosis of transudate effusions from exudates without malignancy were 71.8% and 91.7%, respectively. The sensitivity and specificity of pleural lactate dehydrogenase for diagnosis of exudates were 82% and 89%; the sensitivity and specificity of pleural fluid/serum lactate dehydrogenase were 85% and 890/0; the sensitivity and specificity of pleural fluid/serum protein were 91% and 89%, respectively. Using all three of Light's criteria together, the sensitivity was 91% and its specificity was 94%. Our findings indicate that determination of uric acid in pleural fluid may be of diagnostic value in differential diagnosis of transudates and exudates. The sensitivity of pleural uric acid measurement was higher for exudates without malignancy. However, Light's criteria remain the best means of separating transudates from exudates.Öğe Kronik obstrüktif akciğer hastalığı bulunan hastalarda mekanik ventilatörden ayırma başarısını etkileyen faktörler(2011) Teke, Turgut; Metineren, Rukiye; Maden, Emin; Uzun, KürşatKronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) bulunan hastalarda ventilatörden ayırma başarısızlığı oranı yüksek olup, bunu etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı invaziv mekanik ventilasyon (İMV) uygulanan KOAH hastalarında mekanik ventilatörden ayırma başarısını etkileyen faktörleri incelemektir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya yoğun bakımımızda İMV uygulanan 43 KOAH hastası dahil edildi. Hastaların klinik ve laboratuar bulguları ve Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi (APACHE II) skorları kaydedildi ve mekanik ventilatörden ayırma başarısını etkileyen faktörler araştırıldı. Bulgular: Toplam 43 hastanın 25’inde mekanik ventilatörden ayırma başarılı olarak gerçekleştirildi (%58.1). Hastaların entübasyon öncesi APACHE II skoru yüksekliği ile mekanik ventilatörden ayırma başarısızlığı arasında anlamlı ilişki bulundu. Entübasyon ve mekanik ventilatörden ayırma öncesi Glasgow koma skalasının yüksek olması ayırma başarısı ile ilişkili bulundu. Mekanik ventilatörden ayırma öncesi anksiyete varlığı, endotrakeal aspiratta üreme, yüksek pulmoner arter basıncı değeri, enteral beslenme, taşikardi varlığı, kaf kaçağı miktarı ve FiO2 değeri ile ayırma başarısızlığı arasında anlamlı ilişki vardı. Hastalarda mekanik ventilatörden ayırma öncesi kortizol seviyesi ile mekanik ventilatörden ayırma başarısı ilişkili bulundu. Spontan modda ölçülen negatif inspiratuar kuvvet (NIF) ve tidal volüm (VT) mekanik ventilatörden ayırmanın başarılı olduğu grupta daha yüksek, f/VT oranı ise daha düşük bulundu. T-tüp sırasında 15. ve 30. dakikalarda yorgunluk belirtilerinin olması ile mekanik ventilatörden ayırma başarısızlığı ilişkili bulundu. Hastalara uygulanan İMV süresi ve ekstübe edilebilen hastalarda mekanik ventilatörden ayırma süresinin uzun olması ve t-tüp deneme sayısının fazla olması ile mekanik ventilatörden ayırma başarısızlığı ilişkili saptandı. Sonuç: Sonuç olarak KOAH hastalarında enfeksiyon, anksiyete varlığı, hemodinamik ve solunumsal instabilite durumu mekanik ventilatörden ayırma başarısızlığını anlamlı olarak artırmaktadır.Öğe Mediastinal Ödem: Bir Olgu Sunumu(2007) Teke, Turgut; Uzun, Kürşat; Yosunkaya, Şebnem; Aydın, Nihal; Korkmaz, Celalettin; Ödev, KemalAmaç: Mediastinal ödem konjestif kalp yetmezliğinde (KKY) çok nadir görülen bir klinik durumdur. Bu makalede KKY’ne sekonder mediastinal ödem gelişen 54 yaşında bir kadın hasta sunulmuştur. Olgu sunumu: Uzun süre nefes darlığı, ortopne ve bacaklarında şişlik şikayeti olan hastanın bir gün önce aniden başlayan sırta ve karna yayılan göğüs ağrısı şikayeti başlamış. PA akciğer grafisinde plevra efüzyonu bulguları ile birlikte kardiyomegali ve mediastinal genişleme vardı. Toraks BT’sinde plevra efüzyonu ve mediastende aort etrafında plevra boşluğu ile devamlılık gösteren ve sıvı dansitesi ile uyumlu kitle tespit edildi. KKY tanısından dolayı uygulanan diüretik tedavisi ile hastanın klinik ve radyolojisinde düzelme gözlendi. Bir ay sonra çekilen PA akciğer grafisi ve toraks BT görüntülemelerinde lezyonda tamamen gerileme vardı. Sonuç: KKY’li hastalarda plevral efüzyon ile birlikte nadir de olsa mediastende sıvı birikebileceği ve bu durum diüretik tedavisi ile düzelebileceği için invaziv tanı yöntemleri akut kardiyak olay düzelene kadar ertelenmelidir.Öğe Noninvaziv mekanik ventilasyonun mortaliteye etkisi ve başarıyı etkileyen faktörler(2011) Uzun, Kürşat; Duran, Ümmüye; Teke, TurgutAmaç: Çalışmamızda esas olarak Noninvaziv mekanik ventilasyon (NİMV)’un mortalite oranları üzerine olan etkisini, ikincil olarak ise NİMV’un başarısında etkili olan faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Retrospektif olarak planlanan çalışmaya Ocak 2005–Nisan 2010 tarihleri arasında yoğun Bakım ünitesinde NIMV uygulanan 204 hasta alındı. Bulgular: Çalışmaya alınan 204 hastanın 47’si (% 23) hipoksemik, 157’si (% 77) hiperkapnik solunum yetmezliği (SY) idi. NİMV uygulanan tüm hastalarda mortalite % 23.4, hipoksemik SY’de % 43.3, hiperkapnik SY’de % 15.2 idi. Hipoksemik SY’de alt başlık olarak değerlendirilen ve 2009-2010 yılında tüm dünyada pandemik olarak seyreden H1N1 influenza A nedeniyle SY gelişen NİMV uygulanan hastalarda mortalite % 62 idi. NİMV başarı oranları tüm hastalarda % 74.6, hipoksemik SY’de % 57.7, hiperkapnik SY’de % 81.0, H1N1 influenza A grubunda ise % 38.1 idi. NIMV uygulanan tüm hastalarda APACHE II skoru 18.94.7, hipoksemik SY’de 18.55.2 hiperkapnik SY’de 18.84.4, H1N1 grubunda ise 16.83.6 idi. Sonuç: Özellikle hiperkapnik SY olanlarda NİMV mortaliteyi ve entübasyon oranlarını büyük oranda azaltmaktadır. Hipoksemik SY olan hastalarda NİMV’un başarısını hipokseminin derecesinden daha çok altta yatan etyoloji belirlemektedir. APACHE skoru, Arteriyel kan gazı (AKG)’ndaki ilk 1 saatteki düzelme, yoğun bakım ünitesine kabulde ilk 24 saatteki NİMV’un kullanım süresinin fazla olması, NİMV başarısını ve mortaliteyi etkileyen faktörlerdir. Başlangıçta maske türü olarak oranazal maske seçilmesi başarıda etkilidir. Ancak oronazal maskeyi tolere edemeyen ve AKG değerleri kötüleşenlerde tam yüz maskesi önerilebilir.Öğe Öğe Plevra sıvılarında interlökin-6 düzeyinin tanısal değeri(2005) Arıkan, Veysel; Gök, Mehmet; Kanat, Fikret; Yosunkaya, Şebnem; Uzun, Kürşat; İmecik, OktayAmaç: Çalışmaya 78 plevral ef üzyonlu hasta ile kontrol grubu olarak 20 sağlıklı birey alındı. Gereç ve Yöntem: Hastaların 53'ü erkek 25'i kadındı ve 46'sı sigara içerken 32'si sigara içmeyenlerden oluşuyordu. Kontrol grubu ise 10 erkek ve 10 kadın bireyden oluşmaktaydı. Bulgular: Plevra sıvısı IL-6 düzeyleri her bir olguda serum düzeylerinden yüksekti. Tüm hasta gruplarında serum ortalama IL-6 düzeyleri, kontrol grubundan anlamlı derecede yüksekti. Ancak, her bir hasta grubu arasında serum ve plevra sıvısı ortalama IL-6 düzeyleri, istatistiksel olarak anlamlı fark göstermiyordu. Sonuç: Bu çalışmada serum ve plevra sıvısı IL-6 düzeylerinin belirlenmesinin ayırıcı tanıda kullanılabilecek yardımcı bir yöntem olamayacağı kanısına vardık.Öğe Plevra Sıvılarının Transuda-Eksuda Ayrımında Glutatyon Peroksidaz Enzim Aktivitesinin Tanısal Değeri(1997) Uzun, Kürşat; Özer, Faruk; Çağlayan, Osman; Ay, Mahmut; İmecik, OktayAmaç: Bu çalışmada plevra sıvısı serumundaki glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enzim aktivitesinin transuda-eksuda ayırımındaki değerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya alınan 52 plörezili olgunun (34 erkek ve 18 kadın) Light kriterlerine göre 44'ü eksuda (%85), 8'i transuda (%15) vasfındaydı. Bulgular: Plevra sıvısında GSH-Px eksudalı olgularda 5109 869 U/L, transudalı olgularda 4766 365 U/L olup aralarında istatistiksel açıdan fark yoktu. Plevra sıvısında GSH-Px’ı 5500 U/L sınır değer aldığımızda spesifite %87, sensitivite %36 olarak saptandı. Plevra sıvısı GSH-Px değerinin serum değerine oranı eksudalı olgularda 0.96 0.04, transudalı olgularda 0.88 0.07 idi ve aralarında önemli bir farkyoktu. Plevra sıvısı/serum oranının 1.00 olması sınır değer kabul edilirse spesifite %75, sensitivite %36 idi. Sonuç: Bu bulgular eksudalı olgularda oksidatif stresin ve buna bağlı olarak GSH-Px'in arttığını göstermektedir. GSH-Px değerinin 5500 U/L'den, plevra sıvısı/serum oranının 1.00’den fazla olması plörezinin eksuda olabileceğini ifade edebilir. Transuda-eksuda ayırımında GSH-Px enzim aktivite tayininin faydalı bir yöntem olamayacağı kanısına varıldı.Öğe A pregnant case with severe influenza A (H1N1) virus infection-related ARDS(2011) Teke, Turgut; Duran, Ümmiye; Maden, Emin; Gezginç, Kazım; Yavşan, Mehnet D.; Uzun, KürşatGebe kadınlar gribe daha duyarlıdırlar ve hastalık bu kişilerde daha şiddetli olabilmektedir. Biz bu makalede şiddetli H1N1 enfeksiyonu nedeniyle ARDS gelişen 37 yaşında gebe bir hastayı sunduk. Otuz yedi yaşında 36 haftalık gebe bayan hasta YBÜ’mize hızla kötüleşen nefes darlığı şikâyeti ile yatırıldı. Yatışta taşikardisi, takipnesi ve şiddetli hipoksemisi (PaO2/FiO2104) vardı. Hastaya H1N1 enfeksiyonu ile ilişkili ARDS tanısı konuldu. Oseltamivir, geniş spektrumlu antibiyotikler, bronkodilatörler ile birlikte NİV tedavisi başlandı. Nazofaringeal sürüntüsünde H1N1 pozitifti. Bir gün sonra hipoksemisi daha da derinleşmesi üzerine hasta entübe edilerek MV’e bağlandı ve eş zamanlı olarak acil sezeryan operasyonuna verildi. Operasyonla sağlıklı bir erkek çocuğu doğurdu. Daha sonra hastanın klinik durumu hızla düzeldi. H1N1 enfeksiyonu nedeniyle ARDS gelişen gebe kadınlar oseltamivir ve mekanik ventilasyonla başarılı bir şekilde tedavi edilebilir.Öğe Pulmonary MR Angiography in Swyer-James Syndrome(2009) İlerisoy Yakut, Zeynep; Sakarya, Mehmet Emin; Paksoy, Yahya; Koç, Osman; Özbek, Orhan; Süerdem, Mecit; Uzun, Kürşat; Kıvrak, Ali Sami; Ödev, KemalAim: The aim of this study was to investigate the pulmonary magnetic resonance angiography (MRA) imaging findings in Swyer - James syndrome (SJS) as a alternative imaging modalities. Methods: Thirteen patients had posteroanterior inspiratory/expiratory chest X-ray films and pulmonary MRA with SJS (6 males, 7 females) were retrospectively studied. Gradient-echo pulmonary MRA was performed in all patients with a 1.5 T MR unit. MRA imaging was performed in a single breath-hold during the injection of contrast media. Image analysis of the patients was performed. The results of pulmonary artery diameters and pulmonary peripheral vasculature were compared between normal sides versus the affected sides. Statistical analysis was performed with the Student t test. Results: The smaller pulmonary artery on the affected side with poor peripheral vasculature was observed with gadolinium-enhanced gradient-echo MRA in all patients. There was a significant difference between the diameters of the pulmonary arteries of the normal versus the disease sides (p< 0.0005). Conclusion: MRA successfully depicted the small pulmonary artery with diminished peripheral vasculature in patients with SJS. This study showed the pulmonary MRA imaging could be used as a alternative imaging modalities in the evaluation of patient with SJS.Öğe Rheumatoid Arthritis and Pulmonary Carcinoid Tumor(2005) Sayarlıoğlu, Mehmet; İzmirli, Mustafa; Uzun, Kürşat; Alıcı, Süleyman; Erkoç, RehaA 40-year old woman was admitted with a history of elbow, wrist, knee pain and prolonged morning stiffness. Rheumatoid arthritis (RA) diagnosed before five years, had been treated with non-steroidal anti-inflammatory agents and low dose corticosteroid. On hospital admission, routine chest x-ray showed a 4x4 cm solitary mass in the right pulmonary. A diagnostic thoracotomy was performed. The histological examination showed a typical carcinoid tumor. This is the third carcinoid tumor case reported to be associated with RA.Öğe Solunum Yoğun Bakım Ünitesinde Mekanik Ventilasyon Uygulanan Hastaların Sonuçları(2007) Uzun, Kürşat; Teke, Turgut; Atalay, Hüseyin; Kurt, EmineAmaç: Son yıllarda göğüs hastalıkları anabilim dallarında yoğun bakım üniteleri (YBÜ) kurulmuş ve uzmanlık eğitiminin önemli bir parçası olmuştur. Göğüs hastalıklarında noninvaziv mekanik ventilasyon yaygın kullanılmasına rağmen çoğu hastada invaziv mekanik ventilasyon (IMV) gerekebilmektedir. Yöntem: Bu çalışmada bir yıl süre ile takip edilen mekanik ventilatöre bağlı, 24 saatten fazla IMV uygulanan 61 hastanın (36 E, 25 K) sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi (yaş ort: 63.814.2). Bulgular: Tüm hastalarda ortalama APACHE II skoru 22.55.5, kaba mortalite oranı % 45.018.8, PO2 57.216.9 mmHg, PCO2 61.227 mmHg ve pH 7.330.13 idi. IMV uygulanan hastaların % 68’i KOAH idi. IMV uygulanan 61 hastada mortalite oranı % 70 idi. Ölen 43 hastanın % 72’si KOAH’lı idi. Sepsis hastaların % 40’ında vardı. Planlı weaning (n:23) ölen hastaların 6’sında, taburcu olanlarında 17’sinde uygulandı. Ortalama weaning süresi ölen hastalarda 6.82.1, taburcu olanlarda ise 4.94.1 gün idi (p0.05). Ek hastalık ölen hastaların % 83’ünde, taburcu olanların % 55’de vardı. Sonuç: Yüksek APACHE II skoru, ek hastalık, uzun weaning süresi ve sepsis mortaliteyi olumsuz etkileyen faktörlerdi.Öğe Spontan Pnömotorakslı Olguların Değerlendirilmesi(2007) Gök, Mehmet; Ceran, Sami; Sunam, Güven; Uzun, KürşatAmaç: Spontan pnomotoraks iatrojenik ve travmatik pnomotoraks dışında herhangi bir presipite edici faktör olmaksızın kendiliğinden oluşan pnomotoraks türüdür. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada son 10 yıl içinde yatarak tedavi gören 164 spontan pnömotorakslı hastadan 20 pnömotorakslı kadın hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Yatarak tedavi edilen olguların 6'sı primer spontan pnomotoraks iken, 14'ü sekonder spontan pnomotoraks idi. Bu olguların yaş aralığı 16-76 arasında değişiyor idi. Her iki grupta yaş dağılımı karşılaştırıldığında primer grupta yaş ortalaması 28 iken sekonder grupta 44.4 idi. Olgularımızın yapılan radyolojik incelemeleri sonucunda pnömotoraksın daha çok sağ (n:13, %65 ) tarafta ve total (n:ll, %55) olduğu gözlendi. Sonuç: Sonuç olarak kadınlarda sekonder spontan pnömotoraksın daha sık görüldüğü sebeplerinin çeşitli olduğu ve katamenial pnomotoraks ile karşılaşamadığı veya görülmediği söylenebilir.Öğe Unexplained acute respiratory distress syndrome after varicocele surgery; report of a case(2011) Teke, Turgut; Maden, Emin; Korkmaz, Celalettin; Metineren, Rukiye; Uzun, KürşatAkut solunum sıkıntısı sendromu (ARDS) doğrudan ve dolaylı akciğer hasarını içeren birçok klinik bozuklukla ilişkili ani bir solunum yetmezliği sendromudur. Vasküler cerrahi geçiren hastalar ARDS açısından risk altındadır. Yirmi üç yaşındaki erkek hasta epidural anestezi altında bir saat süren varikosel operasyonundan hemen sonra ani olarak gelişen nefes darlığı, siyanoz ve ajitasyon şikayetleriyle yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Epidural anestezi için bupivakain, fentanil, remifentanil ve midazolam kullanılmıştı. Hastanın oksijen satürasyonu FiO2 0.5 iken %81 idi. Arteryel kan gazlarında hipoksemi ile birlikte respiratuar alkalozu vardı ve PaO2/FiO2 oranı 100 idi. Akciğer grafisinde bilateral alveoler opasiteler izlendi. Yatak başı yapılan ekokardiyografisinde sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu %65 ölçüldü. ARDS tanısı konularak hastaya noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV) tedavisi başlandı. Dördüncü günde NIMV tedavisi başarılı bir şekilde sonlandırılarak hasta taburcu edildi. Bu olgu sunumunda epidural anestezi altında varikosel operasyonundan hemen sonra gelişen, etyolojisi tam olarak izah edilemeyen ve NIMV ile başarılı bir şekilde tedavi edilen bir ARDS olgusu sunulmuştur.Öğe Yoğun bakım hastalarında adrenal yetmezliğin mortalite ve diğer prognostik belirteçlerle ilişkisi(2011) Yavuz, Zuhal; Uzun, Kürşat; Teke, TurgutGiriş ve amaç: Kritik hastalık esnasında yeterli adrenal fonksiyonun önemi bilinmekle birlikte bu adrenal yetmezliğin sıklığı konusunda henüz uzlaşı sağlanamamıştır. Bu çalışmada kritik hastalığı olan hastalarda adrenal yetmezlik (AY) sıklığını ve prognoza etkisini belirlemek amaçlandı. Materyal ve Metod: Kritik hastalığı olan 80 olgu çalışmaya alındı. Hastalar IMV ve NIMV uygulanışına göre 2 gruba ayrıldılar. Olguların vital bulgular, APACHE II skorları kaydedildi ve ACTH, kortizol, prokalsitonin (PKT), dehidroepiandrostenedion sülfat (DHEAS), IL-6, CBG ve aldesteron için kan örnekleri ve kortizol düzeyi için 24 saatlik idrar ve lavaj örnekleri alındı. AY tanısı için standart doz (250 ?g) ACTH testi yapıldı. Bulgular: Hastalarda AY 3 farklı değere göre tanımlandı; delta kortizol 9 µg/dl (grup 1), bazal kortizol değeri 10 µg/dl (grup 2) ve bazal kortizol değeri 15 µg/dl (grup3). 18 (%22,5) hastada AY tespit edildi. IMV uygulanan 40 hastanın 6sında (%15) adrenal yetmezlik tespit edildi. IMV uygulanan 40 hastanın 32si exitus oldu. Exitus olan bu 32 hastanın 4ünde (%12,5) adrenal yetmezlik mevcuttu. NIMV uygulanan 40 hastanın 12sinde (%30) adrenal yetmezlik tespit edildi. NIMV uygulanan 40 hastanın 12si exitus oldu. Exitus olan 12 hastanın 2sinde (%16,7) adrenal yetmezlik mevcuttu. Sonuç: Çalışmamızda NIMV uygulanan grupta AY daha sık tespit edilmiştir. Yoğun bakımlarda klinik bulgular olmasa da AY rutin olarak takip edilmesinin uygun olacağı düşüncesindeyiz.